28 Kasım 2014 Cuma

"Mutlu olmak kendi kendine yeter olmak demektir"






Bir insanın olabileceği ya da başarabileceği en iyi ve en büyük şeyin kaynağı insanın kendisidir. Bu ne kadar böyle ise- bir insan hazlarının kaynaklarını ne kadar kendisinde buluyorsa o kadar mutlu olacaktır. Dolayısıyla büyük bir hakikatle Aristotales"mutlu olmak kendi kendine yeter olmak demektir." der. Çünki mutluluğun diğer bütün kaynakları doğaları bakımından en güvenilmez, kuşkulu, sallantılı, kısa ömürlü ve şansın elinde oyuncaktırlar; ve hatta en uygun koşullar altında bile kolaylıkla tükenebilirler; o kadar ki bu kaçınılmazdır, çünki her zaman  insanın erişim alanı içinde değillerdir. Ve yaşlılıkta mutluluğun sözü edilen bu kaynakları kaçınılmaz olarak kurur: -aşk bizi o zaman terk eder, ve nükte, seyhat arzusu, atlardan hoşlanma, toplumsal münasebetlere eğilim, dostlar ve akrabalar da ölümle elimizden alınır. O vakit bir insan her zamankinden daha fazla, kendisinde sahip olduğu şeye bağımlı hale gelir; çünki ona en uzun bağlı kalacak, onu terk etmeyecek olan budur; ve hayatın herhangi bir döneminde mutluluğun tek hakiki ve uzun ömürlü kaynağıdır.


Arthur Schopenhauer
Okumak Yazmak ve Yaşamak üzerine
syf.-52
Şule Yayınları

16 Kasım 2014 Pazar

"Sabır yanmamak değildir."







FERHAD BEY: Baba!
HANCI: Oğlum
FERHAD BEY: Ne yapmak lazım?
HANCI: Sabretmek, sabretmek. Elimizden başka bir şey gelmez.
FERHAD BEY: Nasıl sabredilir? Öğretir misin?
HANCI: Oğlum! Nasıl sabredildiğini bilmez misin? Herkes nasıl sabrediyor?
FERHAD BEY: Unutarak mı, adam sen de ne olursa olsun diyerek mi, yoksa yaralı bir ciğerde, etrafı keseyle çevrili bir kurşun parçası gibi bu ağırlığı içimizde taşıyarak mı, nasıl?
HANCI: Hiç unutmak, aldırmamak olur mu? Sabır, çekilen şeyi duymamak değil, ona dayanmayı bilmektir. Acı ne kadar büyükse sabır da o kadar büyüktür.


Necip Fazıl Kısakürek
Tohum
Syf.-38
Büyük Doğu Yayınları





20 Ekim 2014 Pazartesi

Yok Gibi Yaşamak








Boğuk bir bakışın oluyor senin
Bir girdap derinliğinde kayboluyor gibiyim
Yok gibi yaşamak bu kalkıp kurtulmak gibi kalabalıktan
Durma bana türkü söyle anadolu olsun
Susuz dudak gibi çatlak olsun
Karanfil gibi olsun kara çiçek gibi solgun yüzün
Durmadan akıyor kalbim ayaklarına bana karanlık bakma
Ağıyorum bir karanlık karayel saçlarına
Çekme ülkemden nar yangını gözlerini
Beni bu kentten kurtar beni yalnız ko git beni
Arıyorum arıyorum o ilk çağ ırmaklarında sedef ellerini

Susmam seni ürkütmesin içimde çağlar var bilmelisin
Katı bir yalnızlık bu bilmelisin
Kaçmam kendimi bulmam ben senden yoksunum iyi bilmelisin.

Şu yalnızlık çıkmazında önümde niye sen varsın
Niye her şey bir anda kayıyor sen kayıyorsun
Kalbim niçin bu kadar yabancı sen niye yoksun
Birsam yüklü geceleri içimden atamıyorum
Niye bunları bir anda unutamıyorum

Hadi tut elimden gök gibi ölü kadar yalnızım.

                                                             MARAŞ. 1959


Erdem Bayazıt
Şiirler
Syf.-60-61
İz Yayıncılık

"Ben onlardan da çok içerdim!"








  Yıl 1982 idi sanırım; Fethi Naci “Kötü birer sarhoş oldular” dedi bana. Bunu bana, ben İsmet Özel’e, 1974 sonrasında kafa çekmeyen kişiye söyledi. Bahsettiği insanlar Turgut Uyar ve Edip Cansever’di. Bu sözler karşısında Fethi Naci’nin yüzümü bu şairlere buruşturacağımı zannettiği ihtimaldir. Oysa Fethi Naci’nin hiç tahmin etmediği şey oldu. Ben bilakis, gözlerimi parlatarak: "Ne olmuş?" diye sordum, ve sözlerime ‘Eğer namaz kılmıyor olsa idim’ diyerek devam ettim, "Ben onlardan daha çok içerdim." Namaz kılmadığı halde sarhoş gezmeyen adam acınacak, istiskal edilecek ve küçümsenecek birisidir. Evet, öyledir ve devlet bunu kast-ı mahsusla bilmek istemez. Devlet ne ister? Bütün tebanın düğmelerine basılarak idare edilen oyuncaklar olmasını.


İsmet Özel
Desem Öldürürler Demesem Öldüm
Syf.-124
Tiyo

"Yaşamak umrumdaydı"

 



     Sevdiğim kız,; ama beni sevmeyip, yüzüme karşı "Ben hep ne yapacaksam, bunu İsmet'le en iyi şekilde yapacağımı düşünmüşümdür" deyip de beni ebediyyen tavlayan kız, o günlerin birinde "Yayınla şu şiiri artık," demişti, "yoksa vakti geçecek." Ben de ona, "bir şiirin yayınlanma vakti geçecekse, hiç yazılmasın o şiir" diye cevap vermiştim.Yaşamak umrumdaydı. Cevabımın nre onu, ne de bir başkasını tesir altında bırakmadığını fark ettiğim derecede yaşayabildim. Fark edilmek elbette istiyordum. Aksi takdirde şiirle uğraşmamın ne manası vardı?


İsmet Özel
Desem Öldürürler Demesem Öldüm
Syf.-132
Tiyo

3 Ekim 2014 Cuma

Ne bıraktın kurban taşına?







[...]
O zaman soluna döndü Adem. Habil’e, sen,dedi, ne bıraktın kurban taşına?
Habil de kendisini tanımlayarak başladı:
Ben, dedi, hayvancılıkla uğraşırım. Toprağın hiçbir yeri bana ait değildir. Gezer göçerim. Kök salmam. Çünkü hiçbir yere ait değilim. Bilirim ki kalıcı değil geçiciyim, sahip değil misafirim. Sabit değil iğretiyim. En güzelini seçtim koyunlarımın. Gözleri en kara, tüyleri en parlak beyaz, sırtı en kınalı olanı. Bana en içli bakanı, en alışık olanı. En sevdiğimi anlayacağın, hüznü içimi en çok oyacak olanı. Onu götürürken içim acıdı. Görmemek için gözlerinin üzerinden siyah bir bağ geçirdim. Elimden gelse kendi gözlerimi de bağlayacaktım. Ama bildim ki canım acımazsa kurban, kurban olmazdı. Onu kurban taşının üzerine öyle bıraktım.
Bu kadar mı, dedi Adem. Yok, dedi Habil, dahası var.
Beyaz tüylü,kara gözlü koyunumu adak taşına sadece koyun olarak koymadım. Her bir şeyin karşılığı, inancımın ve korkumun ölçeğiydi o. Varlıklarımın cümlesi. Onun yerine adak taşına önce bütün bir sürüyü koydum. Yetmedi. Sevdiğim ne varsa, sevebileceğim ne varsa hepsini koydum. Seni koydum ey baba, içim yandı. Annemi koydum, içim daha çok yandı. Ama vazgeçmedim. Sevgilerin yekunu Sidre’yi koydum. Sidre’yi koyunca zaten geriye ben bile kalmıyordum. Veremeyeceğim ne varsa teker teker değil hepsini birden koydum. En son da güzel gözlü koyunumun yerine adak taşına kendi başımı koydum. Koyacak başka bir şeyim olsa onu da koyacaktım. Ama yoktu, daha fazlasını bulamadım. Öyle ağırdı ki feda ettiklerimin toplamı, kendimi bir tüy gibi hafif hissettim. Yüklerimin tümünü üzerimden attım devirdim. Bütün bir dünya ağırlığını gölge gibi hissettim.


Nazan Bekiroğlu
Lâ Sonsuzluk Hecesi
Syf-293-294
Timaş Yayınları



25 Eylül 2014 Perşembe

Hayatın Uçurumlarıdır Yalnızlıklar





I /
Gül yaprağı gibi düşer kimi kez
dal uykularının yüzüne gün ışığı
Kuş cıvıltıları sarar bütün dünyayı
ve bir sevinç dolar yüreğine apansız
Uzanıp bütün pencereleri açmak
merhaba demek ister güneşe
- merhaba yaşamak
- merhaba dünya
- merhaba ey sevda

Ne ki ömürsüzdür gül sevinci
parçalanmış bir gökyüzüdür yaşamak
Donup kalır dudaklarında bir hüzün
ve çiy tanelerine döner türküler
Türküler hüzne dönmüşse eğer
geriye ne kalmıştır zaten
       paramparçadır yaşamak
       paramparçadır dünya
       paramparçadır sevdalar

II /
Paramparça da olsa sevdalar
yine de kalmış olabilir
küçücük bir mavilik gökyüzünde
      bir sevda kırıntısı
                 avuç içi kadar bir umut

Yuvalarından düşmüş kuş yavrularını
alıp ısıtmak ister yüreğinin yangınında
ve yeniden boyamak
kalımlı bir maviye gökyüzünü
sonra usulca azat etmek
kuş cıvıltılarını

Ne ki zaman
sıkar acının zembereğini usul usul
sıkar bir kuyudan su çeker gibi sabırla
Bir yanda köpüklü çağlayanlar gibi öfke
bir yanda boğuntunun yılan ıslıkları
ekler birbirine bin bir parçayı
ve yaratır kendi elleriyle
gökyüzünü
       - günaydın
       - günaydın
       - günaydın
III /
Gün
aydın olmaz yine de
Gün karadır
            karanlıktır
Gün
yorgun bir dev gibi
     boylu boyunca uzanır
           içinin sokaklarına
Ne pencerelerden bir ışık sızar
ne çocuk sesleri duyulur
Her şey biter bekleyişlerden başka
ve sanki bir adım ötede
evde kalmış kızlar için
idam mangaları kurulur
Çığlıklarsa bir çiğ yuvarlanışıdır
kulaklarının karanlık uçurumlarında
          uçurumlardır sevda
          uçurumlardır umut
          uçurumlardır yaşamak

Ve artık ahşap oymalı konakların
ayva ve gül kokulu sessizliğinde
mahzun ve kederli bir fotoğraf
gibi iliştirilivermiştir bütün bir ömür
karanlık aynalarına bekleyişlerin
Efsaneye dönmüş bir güzelliğin sonu
sevdaların duman oluşudur bu


Ahmet Telli
Hüznün İsyan Olur
Syf.-60-61-62-63-64
Everest Yayınları



30 Ağustos 2014 Cumartesi

Her kayıp, bir parça "ölümdür"!





Çok sevdiğiniz, birlikte yaşadığınız, onsuz bir yaşamı düşünemeyeceğiniz ölçüde yaşamınızda yer etmiş kişiler, varlıklar da, sizi bezdirir arada bir; içinizin bir kuytularında onlardan kurtulmak istersiniz. O kişinin, o varlığın ölümünü bile geçirirsiniz usunuzdan, getirirsiniz gözünüzün önüne ( tepkinin ilkelliği apaçık değil mi?). Kendinizi ne kadar bağlı (sözcüğün hemen hemen her anlamıyla bağlı) duyduğunuzun bir kanıtı değil midir zaten bu çılgınlık? Çılgınca şeyler düşündüğünüzü de bilirsiniz (suçluluk duygularından falan söz etmiyorum) çünkü bilirsiniz ki onsuzluk, sizin de, en azından bir parça ölümünüzdür. Düpedüz. Evet, ölenlerin ardından yaşandığını, ölenle ölünmediğini herkes bir gün öğrenir. Ama eksilerek, azalarak, sakatlanarak, bir yeri koparak yaşandığını...


Bilge Karasu
Ne Kitapsız Ne Kedisiz
Syf- 9-10
Metis Yayınları

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Acaba sevdiği erkeğe nasıl güler?






Onun esmer yüzü kıpkırmızıdır. O güldüğü zaman insanın yüzüne bütün saffeti, kadınlığıyla bakar. Onun kendisine güldüğünü gören her erkek aldanabilir. "Nihayet... Oh! Nihayet, bana güldü. Benim için  güldü.Benimle beraber olmanın hazzıyla güldü." dememeye imkân yoktur. O  kadar sana bakarak senin için güler ki... Halbuki onun sevinme, gülme tarzı böyledir. Kadınlara da, kız arkadaşlarına da, hocalarına da belki de anasına, babasına da böyle güler. Nihayet bu canlı, bu sana gibi gülüşün sırrı keşfedildi mi insanın kendine bir sual sormamasına imkân yoktur.
  - Acaba sevdiği erkeğe bu kız nasıl güler?


Sait Faik Abasıyanık
Medarı Maişet Motoru
Syf-87
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Foto: El secreto de sus ojos filminden

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Pişmanlık!






İnsanların kafasının içinden ne geçtiğini biraz olsun anlıyorsam, sizin pişmanlık duygusu içinde olduğunuzu söylerdim,
Yapmadığım şeyler için mi pişmanlık duyuyorum?
Kimi insanlar, en berbat pişmanlığı, yapılmasına izin verdiğimiz şeyler yüzünden çektiğimizi ileri sürer.



Jose Saramago 

Görmek
Syf-135
Can Yayınları

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Kanatları Terli Kumru





Yarı açık yakasının ardında
Perdelerden sızan bir dolunay göğsü.
Eğilip usulca, kulağımı
Sol memesinin üstüne koyuyorum
Görmek için yüreğinin ülkesini.
Sonra doğruluyorum titreyerek
Gözleri yemyeşil bir çift yol.
Uzun bir koşu için uzanıp ağzından
Harlı soluğunu içiyorum.Ellerim bulutlar içinde rüzgâr
Dilimi dişinin dibinde gezdiriyorum.

Yedi rengin içinden sıyrılan
Bir dünya gülüyor odanın tavanında.
Çayın sesi camın buğusu örtüsü somyanın
Mutluluk elle tutulan bir duygu oluyor.
"Yaşamak - diyor- önce bedenin ülkesinde
Sonra senin ülkende, evinde, sokağında
Her şey daha kolay bundan sonra..."
Bir ışık çizgisi sırtından topuklarına
Damla damla yürüyor sisler içinde...
Yüreğim kanatları terli bir kumru
Uçup uçup kirpiğinin ucuna konuyorum...

1993

Şükrü Erbaş
Bütün Şiirleri -2
Syf-28
Kırmızı Kedi Yayınevi

11 Ağustos 2014 Pazartesi

"Sen zaten arıyordun"






"...Konuştuklarımız başlangıçta her zamanki gibiydi, birbirimizi kavrıyorduk, ele geçiriyorduk, sonra sonra işin can damarına geldik. Durdum. Benden söz açmıştı, beni bulmaktan... Durdum. Sen zaten arıyordun dedim, bir şeyler arıyordun dedim, onları bulmağa hazırdın dedim, o zaman karşına ben çıktım, hazırdın bulmağa, bende buldun o aradığını, bende görmek istediğin, bulduğun şeyleri bulmağa hazırdın...İpi uzatmıştım, elimdeydi, çekişine göre ya düğümü sağlamlaştıracak ya da çözecekti. Bekliyordum. Başını salladı. Bekliyordum...""


Bilge Karasu
Troya'da Ölüm Vardı
Syf-139
Metis Yayınları

30 Temmuz 2014 Çarşamba

Yüzü Yağmura Gömülü Düşüm




Duruşun bir ayrılık resmi çiziyor
Akşamın incelen sularına
Susuşun yıkıyor beni en zayıf yerimden
Bilmez miyim içindeki kederi
Yüzü yağmura gömülü düşüm
Böyle buğulu camlarda dalgın
Gözlerin iklimini yitirmiş iki bulut
Bulanıp durur bir uzak rüzgârla
Aykırı mevsimler içinde
Saçların saklar omuzlarındaki yükü...

Dönsen ve öpsem incitmeden
Alının gücenik ülkesini
Benim ömrümsün sen, onurum, geleceğim...
Gitmek hangi acıyı onarır ki
Bilmez misin çare değil üzüntü.


Şükrü Erbaş
Bütün Şiirleri - 1
Syf-59
Kırmızı Kedi Yayınevi

26 Temmuz 2014 Cumartesi

Tanıdım Seni





Seni yalnızlığından tanıdım 
Kirpikleri kırık çocuk
Çiğneyip durduğun dudaklarından.
Gözlerin küllenmiş yangın yeriydi
Bir eylül göğünün bulut kümeleri
Donuk bakışlarında;
Hüznün nasıl da benziyordu
Benim ilk gençliğime.

Ellerinden tanıdım seni
Yüreğinin yansısı tedirgin ellerinden.
Bir uzak boşluğa yağmur yağıyordu
-Anılardan anılara ince çizikler..-
Yüzün bir türkü sonrasının
Kederli dalgınlığında;
Güldün mü, ben mi yanıldım, bilemiyorum
Ağıt gibi bir alay dudak uçlarında
Gücenik duruşundan tanıdım seni.

Seni kendimden tanıdım çocuk;
Yüreği sürekli çiğnenen bir yol
Gövdesi acılardan acılara köprü
Biraz öfke, biraz umut, çokça onur
Olan kendimden.
Eğildim öptüm yıkık alnından
Uzaktın, kıyamadım sessizliğine
Biraz daha dedim içimden, biraz daha;
Gün olur, onuru güzel çocuk 

Acı da yakışır insanın yüreğine.

1981

Şükrü Erbaş
Bütün Şiirleri - 1
Syf-11
Kırmızı Kedi Yayınevi

20 Temmuz 2014 Pazar

Mırıldanmalar




I

İçimden dedim, beraber yürüyelim olur mu
Varsın gemilerimizi taşıyamasın sular
Varsın yarı yolda uyuya kalsın
Bize gönderilen bahar...

İçimden dedim, beraber yürüyelim olur mu
Varsın gölgemiz olsun hüzün
Dilediği gibi uzatsın canevimize ayaklarını
Varsın annemiz olsun tütün
Hayat daha sert vursun yumruklarını.

II

İçimden dedim, ilmeği kaçmış bir hayat bizimkisi
Nedir alnımızdan öpmek için izimizi süren
Kalmış mıdır kalesi düşmüş bir şehrin cazibesi
Nedir yalnız bize yakışan bu serüven.

Bu serüven ki
Bizden biri yaptı sırtımızdaki hançeri
Ve terketti bizi huzur denen sevgili
Kalakaldık, şaşkınlığın avuçlarında
Billur bir kuş gibi...

III

İçimden dedim, gömülü bir ırmağın yalnızlığıdır bu
Beraber yürüyelim olur mu…


İbrahim Tenekeci
Üç Köpük
Syf-7-8-9
Profil Yayıncılık

18 Temmuz 2014 Cuma

"Ama kedi sever gibi sevmemeliyiz sevdiklerimizi"



  Kedilere benzeyebilseydik keşke. Öyle diyesim geliyor sık sık, bu son
yıllarda.
Yaşadıkları anın iyicene farkındalar gibi. Bir şey bekliyorlarsa bir
deliğin başında, onları oyalayıp oradan uzaklaştırmak pek güç.Bildikleri bir
yerde bildikleri bir iş görülürken, her gün seyrettikleri, kendilerince
katıldıkları (anlayamadığımız, bakarak da bir işe katılınabildiğidir) o işe
sanki ilk kez bakacaklarmış gibi, uyuklamakta oldukları yerden kalkmağa
üşenmeden gidip seyrederler yapılanları... Uykularının hangi katındalarsa, o
katın uykusunu yaşarlar.


Bizlerse, uydurduğumuz bir zamanla övünürken, her işimizi, her sözümüzü o zamanın akışı içinde ötede, ileride, gelecekte varılacak, bir noktaya varmak üzere yapılıyor ya da söyleniyor görürken, yapmakta, söylemekte olduğumuz şeyi unutuveriyoruz. Bir ereğe yönelerek, bir erek düşüne kapılarak giderken, sonraları -biz göçtükten sonra- yaşamımız, daha da ileri vararak, yazgımız adı verilecek bir dizi anın her birinin biricikliğini, değiştirilemezliğini, yerine konmazlığını şuncacık olsun farketmiyoruz. (Bu yaşamın bölük pörçük birkaç anısı bir iki yakınımızın belleğinde kalabilir ya, bunların bir süreklilik, bir anlamlılık taşımış olabileceklerini bilecek tek kişi
-kendimiz- yokluğa karışmış gitmiştir artık).
"Farketmiyoruz" dedim, meğer ki gerçekten sonumuza yaklaşmış olalım. Yanılmıyorsam, kimimiz (yolun oralarında) anlayıp öğreniyor kimi şeyi: Susup dinlemeği örneğin... Yaptığı, gördüğü, işittiği her şeyin ağırlığını bir yerlerinde duymağı; bir çocuk gülüşünün, bir güneş sızıntısının, bir gözyaşının avuçtaki yuvarlaklığını, ferahlatıcı serinliğini, sayısızlığını ya da sayıya gelmezliğini; mutluluğun, acıyı, sevinci art arda, ayırım yapmaksızın yaşamak olabileceğini... Hele biraz yaşlanılmışsa, görülen, işitilen, tadılan her şeye, geçmiş yaşantıların da gelip desteklik, yastıklık edebileceğini...
Ama kedi sever gibi sevmemeliyiz sevdiklerimizi.



Bilge Karasu
Göçmüş Kediler Bahçesi
syf- 212-213
Metis Yayınları

17 Temmuz 2014 Perşembe

"Beni söylenmemiş bir sevgide boğabilirsin"






Sen beni yaşatabilirsin, diye geçirdim içimden.
Başı, gene, evet, dedi.
Ama yaşatmak istemiyorsun çünkü sen
Başı, evet, ben?.. dedi.
Sevildiğini bilmek istersin.
Evet.
Ama sevildiğinin söylenmesini istemezsin. Beni söylenmemiş bir sevgide
boğabilirsin.
Evet.
Çünkü...
Çünkü?..
Bilemiyorum. Galiba... Korkuyorsun.
Evet.
Oyunu kestim. Tatsızlaşıyordu.
Kesmedi o.
Bekliyorum, dedi, evet...
Vazgeç, dedim başımla. Başkan öksürdü. Kıpırdamıştım. Dondum.


Bilge Karasu
Göçmüş Kediler Bahçesi
Syf-157
Metis Yayınları

8 Temmuz 2014 Salı

"Özlem, eksik tanımanın bir sonucudur."






Birbirleriyle sadece göz aşinası olan, her gün, hatta her saat karşılaştıkları, birbirlerini inceledikleri halde, âdetlerin hükmüne ya da kendi kuruntularına tabi olarak ne selam ne konuşma, görünüşte kayıtsız bir yabancılığı devam ettirmek zorunda kalan insanlar arasındaki ilişkiden daha garip, daha nazik bir şey olur mu? Aralarında bir huzursuzluk, hastalık derecesinde bir merak, tanışmak ve fikir alışverişi ihtiyacının tatmin edilmemiş, yapay bir şekilde bastırılmış olmasından doğan bir isteri, özellikle bir tür gergin bir dikkat havası eser. Çünkü insan insanı, hakkında bir yargıda bulunamadığı sürece sever, yüceltir; özlem, eksik tanımanın bir sonucudur.


Thomas Mann
Venedik'te Ölüm
Syf- 72
Can Yayınları

5 Temmuz 2014 Cumartesi

"Bilmiyorsun; öğrenmemişsin ki"




47.

Yaşamda en önemli erdemin,
vermek olduğunu göreceksin-
ama, hep, yıllar boyu,
boyuna aldıktan sonra...

O kadar çok almış olacaksın ki,
vermeyi öğrenmen neredeyse olanaksız
hâle gelmiş olacak.

Oysa, bir kez başka türlü bakabilseydin yaşama;
bir kez, kendini farklı bir biçimde görebilseydin,
ne kadar kolay olabilirdi vermeyi öğrenmen...

Hem de, biliyordun, öğrenmiştin:
"Herkese kendininkini nasıl verebileyim ki!
Bu bana yeter: herkese, kendiminkini veririm"...
- Bilmiyorsun; öğrenmemişsin ki...(*)


71.

Yaşamda yapabileceklerin, zaten, yapabildiklerin
olacak - ama yapabildiklerin, yapabileceklerinden
daha az olabilecek : ıskalayabileceksin - bundan da
korkma, kaçınma; zaten, yapabileceklerini
yapabildiklerinden ayrı, bağımsız olarak
saptayabilseydin, ‘herşeye kâdir’ olurdun!
yapabileceklerine boşver - yapabildiklerini yap!(**)


Oruç Aruoba
de ki işte
syf -  78* - 98**
Metis Yayınları


26 Haziran 2014 Perşembe

Çok değil ki



Yüreğimde büyüttüğüm gül güneşe çıkamaz
Yüreğim o gülü büyütmezse ışıyamaz.

Günüm seninle başlasın istemiştim
Çok değil ki…
Bir içten gülüşünle ışısın gecem
Uzun suskunlukların dilsiziydim
Sesin aksın istemiştim dupduru
Dağ suları gibi serin
Yüreğimin ölü topraklarına.
Kirpiklerin gölgelesin yüzümü
Gözlerin ömrümün göğü olsun
 Demiştim, çok değil ki.

Bir uzun yürüyüş düşlemiştim
Avuçlarının ince çizgilerinde
Öperek ürkek gülümsemeni usulca.
Dünya tepeden tırnağa sen
Buğulansın istemiştim ılık nefesinle
İçimin buzlu camları.
Rüzgârda titreyen dallar misali
-Bilsen unutmuşum nicedir-
Ürpersin tüylerim tel tel her değdikçe
Savrulan saçların solgun tenime.
Çok değil ki, kırılsın acının ayazı
Mutsuzluk dinsin biraz demiştim.

Bir uzun güz geçmişti bin uzun hüzün
Sevgi denilen o ilkyazın üzerinden
Yaşamak eski sevincini çoktan yitirmişti.
Düşsün istemiştim yüzünün sabahından
Ömrümün akşamına bir düş inceliğinde
Öpüşün, dudağında çiçeklenen çiy taneleri.
Çok değil ki, çok değil ki diz çöküp
Göğsünün köpüren pınarlarından
İçeyim istemiştim hayatın can suyunu
Ağzının pembe ufuklarında soluklanarak.
Bir dem barışık olsun can ile ten demiştim
Bir dem iliklerimde duyayım yaşamayı
Uyumun mutluluğunu sende bularak.
                                                   

                                                         1984
Şükrü Erbaş

Bütün Şiirleri - 1
Syf- 82-83
Kırmızıkedi Yayınevi

21 Haziran 2014 Cumartesi

Rüya ve Siyaset





Hayal, ipleri elden kaçırmaktır. Oysa öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, o ipin ucu sizin elinizden bir kaçtı mı, hemen bir başkasının eline geçiveriyor. Ondan sonra siz hayal ediyorsunuz, ama bir başkası yaşıyor.(1)

Siyaset, her ferdin inancına ödediği bedeldir. Siyaset içinde insan, inancı ve davranışı arasında uyum sağlama şansına kavuşur. Düşünce namusu tabiri ile ifade edilen, söylediğinin yaptığı ile tutarlı olması hali, inanç sahibi siyaset adamı açısından daha çok yüksek bir seviyede önem kazanır. Mü'min siyaset adamı yürüttüğü siyasi tutumla ikiyüzlülüğün ve münafıklığın saf dışı edilmesi yolundaki gayretini fiilen gösterir.Bunu rüya sahibi olduğu nisbette yapar.(2)


Eğer siyasi mücahede içindeki mü’minler topluluğunda, görevi gereği komuta mevkiinde olanla, o komutu yerine getirecek olan arasında mücadele şuuru bakımından bir farklılık varsa, diyelim ki komuta etmenin daha yüksek kalitede bir siyaset olduğu kanaati doğmuşsa inanç hareketini dünyevî endişelerin istilâ etmesine müsait bir gedik açılmış demektir. İşte bu, rüya noksanlığındandır.(3)


İnsanlar, hayal aracılığı ile kendi hayatlarına girmiş olan kuvvetleri tanrılaştırıyor; sonra onları tecessüm ettiriyorlar, nihayet onlara tapıyorlar.(4)


İnsanlar artık aya, güneşe,Lât ve Menât putuna tapmıyor ama devlet adamlarına, piyasaya, makinalara, teşkilatlara, teorilere tapıyorlar.Yeni putları mukaddes kılabilmek için kitaplı dinleri terkediyorlar.(5)


Devlet adamlarına tapınma çok eski bir putperestlik biçimi olduğu halde, günümüze kadar çok tesirli bir biçimde uzanmıştır. Firavun’a, Roma İmparatoru’na, Duçe’ye, Führer’e, Şef’e, Parti Genel Sekreterine tapmak hem de bunu açık ve kaideleri belli tapınma biçimleriyle yerine getirmek 20. yüzyılın bariz putperestliğidir ve daima ateizmle birlikte görülmüştür. Ancak bu tür bir putperestlik çok kaba bir mahiyet arzettiği için onunla mücadele kolaydır. Çünkü putun gücü somut olarak ortadadır, güçsüzlüğü de aynı somutlukla gösterilebilir. (6)


İsmet Özel
Üç Mesele
Syf- 29(1)- 32 (2-3)-33(4-5)-34(6)
Şûle Yayınları

9 Mayıs 2014 Cuma

Fyodor Dostoyevski

                                   
                                                                                
                                                                                                                       Kasım 11


İlk olarak 1821 yılında Moskova'da doğdu. 
1849 yılının sonlarında bir kez daha St Petersbug'da doğdu.
Dostoyevski sekiz aydan beri tutukluydu ve kurşuna dizilmeyi bekliyordu. İlk başlarda aman hiçbir şey olmasın diye arzuluyordu. Bir süre sonra ne olacaksa olması gereken zamanda olsun demeye başladı. En sonundaysa ne olacaksa bir an önce olsun deme noktasına geldi, zira beklemek ölümden daha beterdi.
O ve diğer mahkumlar zincirlerini Neva Nehri kıyısındaki Semenovsk Meydanı'na kadar sürükledikleri sabaha kadar böyle hissettiler.
Ve ilk komutla birlikte nişancılar kurbanlarının gözlerini bağladılar.
İkinci komutta, silahların dolduruluşunun klik-klak sesi duyuldu.
Üçüncü komutta, Nişan Al, yakarışlar, iniltiler ve bir hıçkırık işitildi ve ardından sessizlik.
Ve sessizlik.
Ve daha uzun sesizlik, ta ki asla bitmeyecekmiş gibi gelen bu sessizlikte, bütün Rusların çarının  yüce bir hareketle onları affettiği haberi duyulana kadar.


Eduardo Galeano
Ve Günler Yürümeye Başladı
Syf- 351 
Sel Yayıncılık                              

14 Nisan 2014 Pazartesi

Nazan Bekiroğlu'nun duası







   Rabbim! Derin kederler, güceniklikler, sitemler, küskünlükler, kırgınlıklar, cürümlerim kadar büyük acılar içinde geliyorum. Baştanbaşa hatayım ben de. İyi de benim içindir kötü de. Şeytan da benim dilimden konuşur melek de. Habil de benim kabil de.İsyanım yoktur Sen şahitsin, hâşâ, ama küstahlığımı, gafletimi, heveslerimi affet. Kapından çevirme geri. Silme kayıtlarından, beni de hesaplarına dâhil et. Bana da "Kulumi" de, beni de defterine kaydet.
Bana da nasip et. Gidecek yerim yok. Benim de yolumu açık et.



Nazan Bekiroğlu
Mimoza Sürgünü
Syf-215
Timaş Yayınları

12 Mart 2014 Çarşamba

"Hak geçmesin"



Eyüp'te, kalabalığın su gibi aktığı bir caddede gördüm onu. Eski zamanlardan günümüze sarkmış gibiydi. Ne kıyafetleri bizimkine benziyordu, ne de bakışları. Duvarın dibine bir kilim sermiş, kilimin bir ucuna oturmuş, önüne de on demet kadar gül koymuştu. En az seksen yaşında.Sanırsınız, kilimin üzerine ürkek bir kuş konmuş...
     Bu ilginç görüntüsüne rağmen, inanın, kimsenin dikkatini çekmiyordu. Onun  yerinde filanca kredi kartını tanıtan manken olsaydı eğer, gözlerinde bozukluk olanların bile dikkatini çekerdi. Önce uzun uzun onu seyrettim, sonra önündeki güllere eğilip baktım. Belli ki gülleri toplayalı çok olmuş. Sararmış, solmuş, boyunlarını bükmüşler. Demek ki pek alan yok.
Bu solgun görüntülerine rağmen, plastiğe benzeyen ve ağzına kadar hormon doldurulan güllerden daha iyi görünüyorlar. Ve mis gibi kokuyorlar. Gülleri koklayınca, evde yapılan reçeller aklıma geldi.
  "Nine, güllerin demeti ne kadar" diye sordum." "Beş yüz" dedi. Bir demet gül alıp iki milyon verdim. "Bu para çok oldu" deyip zorla bir demet gül daha verdi. Ve gülü verirken de ekledi: "Hak geçmesin."
Ah benim güzel ninem...
Çok yaşa emi...


İbrahim Tenekeci
Uçuş Denemeleri
Syf.6-7
Profil Yayıncılık
Karakalem: Elif Yıldız

9 Mart 2014 Pazar

Haydar Ergülen - İç Nefes





o bir çay istemişti, trenin içinde
biz tren yolcusuyduk, çölün içinde
ben yalnız kalmıştım, senin içinde
oysa kaç kişinin yerine sevmiştim seni!

aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin

o bir dile sığınmıştı, sözü içinde
yolu yoluma çıkmıştı, çölü içinde
ben eski kalmıştım, senin içinde
oysa kaç çocuğun yerine övmüştüm seni!

düşü geçtik, kendine bakabilirsin

o bir bende kırılmıştı, hayli içimde
ıssız otağ kurulmuştu, canım içinde
oysa kaç bahçe yerine açmıştım seni!

kimi geçtik, kimseye sorabilirsin



26 Şubat 2014 Çarşamba

'Aşk'ın Doğasına Dair!





Bana gelip, "Seni seviyorum" demesini isterdim. Ama bu gerçekleşmeyecek kadar çılgınca bir hayalse... Eğer öyleyse başka ne bekleyebilirdim ki? Ne istediğimi nasıl bilebilirdim? Çaresiz ve umutsuzdum; bildiğim tek şey vardı: Ömrüm boyunca onun yanı başında olmak, saçtığı ışıkla aydınlanmak istiyordum. Başka bir şey bildiğim yoktu.Onu bırakıp da nasıl giderdim?


F.M.Dostoyevski 
Kumarbaz
syf-111
Sis Yayıncılık

Din yardım eder,teori acımasızlığı öğretir!


Diyelim ki radikal bir Müslüman kaldırımda yatan alkol komasında bir adamı hastaneye götürmeyebilir.Çünkü radikal bir Müslüman'ın bütün derdi meyhaneleri kapatmaktır.Yerde yatan adamın günah işlemekle bu sona vardığı fikrindedir.O yüzden teori acımasızlığı öğretir ama din yardım eder,diyoruz.O Müslüman eğer teoriye değil de, dine itibar etseydi orada yatan bir sarhoş değil, ölmekte olan bir adam görürdü.


İsmet Özel 
Kalın Türk
syf-36-37
Şule Yayınları

16 Şubat 2014 Pazar

Bir doğru yarat ve Kendin ol!



Yıllar boyunca herkesin ahlakına göre yaşamayı istedim. Kendimi herkes gibi yaşamaya, herkese benzemeye zorladım. Kendimi ayrı düşmüş hissettiğim zaman bile, bütünleşmek için öyle davranmak gerektiğini söyledim. Ama bütün bunların sonunda felaket geldi. Şimdi kalıntılar arasında dolaşıyorum., kuralsızım, tereddütler içindeyim, yalnızım ve bunu kabullenerek, tek oluşuma ve kusurlarıma boyun eğdim. Tüm yaşamımı bir nevi yalan içinde yaşadıktan sonra - bir doğru yaratmak zorundayım.


Albert Camus
Defterler 3
Syf.-262
İthaki Yayınları

Beni Bırak!





    Senin yanında yapacak hiçbir şeyim yok.Seni yeterince sevmedim ve sana son açıklamalarımı yapabilmem için sen de beni yeterince sevmedin. Tek başına üstesinden gelmem ve yalnız ölmem gerek.Yıllar boyunca benim hatalarımla uğraşmamanı, beni olduğum gibi kabul etmeni bekledim. Sen bunu yapmadın. Ben de hatalarımdan vazgeçmedim, suçlu durumda kaldım ve bugün bu hatalarla yalnız kalarak, kendimi  düzeltmek zorundayım. Beni bırak.
    Sonra da, sana yaptığım kötülükten ötürü beni affet. Ve eğer yapabilirsen, beni tüm kalbinle affet. En çok buna gereksinim duyuyorum, yıllar boyunca yaşamama engel olan bunun eksikliğiydi. Eğer kalbin bana duyduğun aşkı anımsamazsa, yaşamda bulamadığım esenliği ölümde bulabilirim.

Albert Camus
Defterler 3
syf. - 85
İthaki Yayınları

7 Şubat 2014 Cuma

Belki her şey bir şey içindir!





Tutunabilecek tek ünlem, keşkelerden çıkarabileceğimiz tek ders: "İyi ki." Sen ki ömrü keşkelerle dolu birisin. İyi ki dediğin her şey o keşkelerden ders çıkarmak olmasaydı, şükür bu kadarını başarabilmeseydin, geri dönmeyi bu kadar kuvvetle ister miydin?
İsteme! Belki her şey bir şey içindir. Bunca  yaşanmışlık bir tek yaşamak içindir. Bunu, yaşamamış olanlar bilmez.
Yaşadıklarının altında ezilmeyenler, sonra o ezilmişliği açık kalplilikle itiraf etmeyenler. Bir duvarın üzerinde gölge üstüne gölge büyütmeyenler.
Ne çizdi ne boyadıysa, ne sildi ne yazdıysa yine de içte tam boşalmayan bir yerin kaldığını ve onun da ne kadar dolsa da dolmayan bir yerde aynı anlama geldiğini fark etmeyenler.
Dünya yorgunluğunu tadıp da "Ne yapalım, bu dünyadan nasibimiz demek ki bu kadarmış," diyemeyenler. Elması elmas keser, taşı yine taş parlatır, bilmeyenler.




Nazan Bekiroğlu
Mimoza Sürgünü
Syf-30
Timaş Yayınları

31 Ocak 2014 Cuma

Doğulu mu? Batılı mı? Bir kararımız var mı? Hangisiyiz?






"Burada hiçbir şey değişmez. Üsttekiler paldır küldür aşağıya indirilirler. İndirenler üste çıkarlar, yine hürriyet-adalet-müsavat adı altında acele acele emirler yağdırarak ceplerini doldururlar.Değişen sadece miting alanındaki resimlerdir. Lakin ne acıdır ki halk hiçbir şeyin değişmediğini bilmez, değişen portrelere bakarak alkışlar, devirlerin değiştiğini zanneder."
"Realiteyle temasımızda fantazilerimizin, hülyalarımızın tesirinden bir türlü kurtulamıyoruz. Bu da, ferdiyete azçok kavuşmuş kişiler için geçerli. Ahali realiteyi hurafeyle, vehimlerle kaynaştırarak kaybeder. Kendi kendimizin bir akıl polisi olmadığı içindir ki en Batılımız bile yeri geldiğinde hurafeye sığınıyor. Batı, Yunanistan'ın ilkçağda elde ettiğini Şark'tan kaptı ama, bir daha Şark'a geri vermedi."
"Biz sadece taklit ederiz. Hürriyet, hukuk, ilim bizde Batı'dan taklitlerdir, iki asırdan beri. Bunlar iki asırdan beri mânâları küflenmiş kelimelerdir. Halk bunlardan hiçbir şey anlamaz. Şark'ın münevveri hiçbir endişe duymayarak Marx'ı Engel'si yahut Voltaire'i Montaigne'i okuduğunu söyler, yani yalan söyler. Gözünüzün içine baka baka, hiç okumadıkları Goethe'nin 'divan'ından ezbere yalan şiirler okurlar ve Goethe'nin son günlerinde gizli din taşıdığını ileri sürerler.Şahit benim!"
"Niçin Batılılaşmak istiyorduk? Kimi diyordu ki, Batı'nın sadece tekniğini alalım,  bu teknik de silah filan. Daha Batılı! Daha Batılı! diyen ve olmak isteyenler ise bize ait her şeyi toptan reddetmeyi, inkâr etmeyi marifet sayarak birer halk düşmanı kesildiklerinin ayırtında bile değiller. Bunlara kaç defa Ibsen okudunuz mu diye sordum. Okumamışlar. Ferdiyetin kazanılmasını kolay zannetmişlerdi."
"Asya'yla Avrupa arasındaki uçurumu aklımızın ucundan bile geçirmediğimiz için bu sabah Avrupalı yarın sabah Asyalı olacağımızı zannettik. Bizim klasiklerimiz yok diyor, bizim bir bokumuz yok demeye getiriyor, böylece en Batılı oluyor. Halbuki en büyük işkence Şark nedir Garp nedir bilmemektir. İki âlemin ortasında yaşıyorsun ve ikisi arasına sıkışmışsın, haberin yok!"
"Bunlar Şark!Şark! diyorlar, niçin? Öyle dersen daha 'aidiyetli' oluyormuşsun, ne demekse. Biraz da Garp dediğinde şiddetle itiraz ediyorlar, dinden imandan çıkartırmış, her gün Avrupa yakasından Asya yakasına, Asya yakasından Avrupa yakasına geçerken. Hele rüya esrar mâzi içinde yaşar Şark'ta zaman idraki yoktur filan dersen kıyameti koparacaklar. Hele hele bu çağda Şark kaybediş içindedir filan demeye gör!"
Vs. Vs.
Hepsinin ivedilikle yok edilmesi gerekiyor.
Asabi ihtilâçlar içindeyim.


Selim İleri
Mel'un Bir Us Yarılması
Syf-437-438-439
Everest Yayınları

26 Ocak 2014 Pazar

Aşk mı, sevgi mi?




'Karara varmak' - 'karar', nedir : "Tamam / işte bu / bunu yapacağım / yapmak istiyorum / sonuna kadar / ne olursa olsun / sonuna götüreceğim / tam, istiyorum / bu, işte..." gibi bir şey.
'Sevmek' ile 'karar vermek' - "sevmeğe karar vermek' - sana garip, hatta itici geliyordu, biliyorum; ama, 'sevgi' yi, 'içine düşülen', kişinin elinde olmayan bir şey olan 'sevi'den ayırmanın başka yolu yok -
'Aşk', çünkü, önemsiz; giderek, değersiz bir şeydir: kişinin 'başına', nedensizce; hatta, nesnesizce 'gelir': neden şu kişiye aşık olmuşsundur; kimdir, âşık olduğun - belirsizdir - çünkü, yalnızca bir 'etkilenim', bir 'tutku'dur - işte : bir tutulmuşluktur...
Sevgi ise dünyanın en önemli; giderek de (enderliğinden mi acaba - herhalde...) en değerli şeyidir - çünkü, kişinin bilinçle ve tam da belirli bir kişiye yönelik, bulunabileceği en yoğun ve en yalın - anlamlı; amaçlı - eylemidir.
Düşün: Sevgi, eylemdir.


Oruç Aruoba
İle
Syf.-59
Metis Yayınları

18 Ocak 2014 Cumartesi

Az Buçuk






Bırakıp dünyanın bana olan aşkını
Bir kâğıdın yere düşmesi gibi
Gittim, insanın yanına vardım
Vardım da bulamadım kimseyi.

Her şey kirlenmiş, yeni evliler bile.
İşte tam burada duralım, bu yerde:
Kimin hatrına açıyor açan,
Bildim de diyemedim kimseye.

Yanık seslilerin söylediği sen,
Güneşe saat soran kocamış dünya
Ben senin her şeyini üç kere gördüm
Gördüm de tutamadım aklımda.

Irmak, akar gider, tutamaz ki aklında.


İbrahim Tenekeci
Giderken Söylenmiştir
syf.-49
Profil Yayıncılık

15 Ocak 2014 Çarşamba

Ne için?




.."Bu söylediğinizin biraz yıkıcı olduğu konusunda bana hak vermelisiniz"...dedi.
Öyle mi düşünüyorsunuz?Bence değil. Bu yıkıcıysa, o zaman her şey yıkıcı hatta soluk almak bile. Böyle hissediyorum ve böyle düşünüyorum, tıpkı nefes alır gibi, aynı doğallıkla, aynı ihtiyaçla. İnsanlar birbirinden nefret ediyorlarsa yapacak bir şey yok. Hepimiz nefretlerin kurbanıyız. Hepimiz istemediğimiz ve sorumlusu olmadığımız savaşlarda öleceğiz. Gözlerimizi bağlayacaklar ve sözcüklerle içimizi nefretle dolduracaklar. Ne için? Yeni bir savaşın tohumlarını atmak için, yeni nefretler yaratmak için, yeni bayraklar, yeni sözcükler için. Bunun için mi yaşıyoruz? Çocuklar doğurup savaşlara göndermek için mi? Kentler kurup yerle bir etmek için mi? Barışı arzulayıp savaşmak için mi?




Jose Saramago 
Çatıdaki Pencere
Syf-301-302
Kırmızı Kedi Yayınevi

7 Ocak 2014 Salı

Bana Biraz "Hayır" Gönder


-Bir şey hissediyorum.
-Bütün bunların yanında galiba bir şey hissediyorum. Aslında beni çok kızdıran şeyler oluyor. Bas bas bağırmamı gerektiren şeyler oluyor. Ama diyorum ya "çok sakinmişim gibi geliyor". İşte onu dağıtmak istemiyorum.
-Susmuş.
-Olabildiği kadar az konuşarak, az kımıldamak. Çok tuhaf.
-Ne tuhaf?
-Konuşmamak ve kımıldamamak. Farkına varmam gereken, ürkmem gereken bir şey var.
-Ama seziyor muyum nedir, konuşmalıyım, kımıldamalıyım. Kızmalıyım, sevinmeliyim.
-Seni düşünmeye çalışıyorum.
-Belki on kere kendimi seni düşünürken yakaladım. Ama bilerek düşünmek istiyorum.
-Hatta kötü şeyler düşünmek, düşünebilmek istiyorum.
-Kızmak, azıcık kızabilmek, itilmek, isyan etmek, karşı koymak, ayağa kalkmak, hiç olmazsa, düşünce şeklinde "evet" demek.
-Yapamıyorum.
-Oh güzel kız, sevgilim, ne olur bir şey yap.
-Bir delik aç.
-Şu kapağı biraz arala, bir parça ışık.
-Bir ip.
-Kancalı bir ip sarkıt bir tarafıma takılsın.
-Çek beni bu kuyudan.
-Biraz çabuk ol. Biraz.
-Biraz acele et.
-Geç kalma sevgilim.
-Biricik sevgilim.
-Bana biraz karşı koma gücü ver.
-Bana biraz "hayır"gönder.
-Biraz ses.
-Biraz kızgınlık.
-Ohh!
-İşte biliyorum.



Cahit Zarifoğlu
Hikayeler (Suçlular)
syf.-79-80
Beyan Yayınları

1 Ocak 2014 Çarşamba

Mutluluk ve Sahip Olmak







Büyüyünce mutlu olmak isteyeceksin. Şu anda mutluluğu düşünmüyorsun ve tam da bu nedenle mutlusun. Düşününce, mutlu olmak isteyince, mutlu olamazsın. Sonsuza dek. Muhtemelen sonsuza dek... Duydun mu beni? Sonsuza dek. Mutlu olma arzun ne kadar güçlüyse, o denli mutsuz olacaksın. Mutluluk fethedilen bir şey değildir. Sana öyle olduğunu söyleyecekler. İnanma buna. Mutluluk vardır ya da yoktur.(*)
 


Bir şeyin sahibi olmak ona tam anlamıyla sahip olmak anlamına gelmiyordu. İnsan istemediği şeylerin de sahibi olabilirdi. Tam anlamıyla sahip olmak, hem sahip olmak hem de sahip olunan şeyden zevk almak demekti. Bir evi, karısı ve oğlu vardı ama hiçbiri tam anlamıyla onun değildi. Benim diyebileceği tek şey kendi varlığıydı ve kendisine bile tam anlamıyla sahip değildi.(**)


Jose Saramago
Çatıdaki Pencere
syf.-90(*)
syf. 129(**)
Kırmızı Kedi Yayınevi