1 Ocak 2020 Çarşamba

Ungenach





“Hayatın diyalog olduğu yalandır, hayatın gerçeklik olduğunun da yalan oluşu gibi. Akla hayale sığmaz bir şey olmadığı gibi, rezilce bir mutsuzluktur, bir dehşet dönemidir, kısa da olsa uzun da, hoşnutsuzluk üretmekten ve melankoliden oluşan... sadece milyarlara varan ölüm sebepleri, ölüm sonuçları… Burada muazzam bir yaradılış hoşgörüsüzlüğüyle karşı karşıyayız, bizi daima umarsızlığa sevk eden, acılaştıran ve sonuçta da geberten. Yaşadık sanırız, oysa gerçekte ölmüş gitmişizdir. Tümünden bir ders aldık deriz ama olan biten itiş kakıştır sadece. Bakarız, tasarlarız, ama baktığımız ya da tasarladığımız her şeyin elimizden kayıp gittiğini seyretmek zorunda kalırız, egemenliğimiz altına almayı ya da en azından değiştirmeyi planladığımız dünyanın da elimizden kayıp gittiği gibi, geçmişin ve geleceğin de elimizden kayıp gittiği gibi, kendi kendimizin elimizden kayıp gidişi gibi ve zamanla her şeyin bizim için imkansız olacak olması gibi. Hepimiz bir felaket halet-i ruhiyesinde yaşarız. Yapımız anarşiye eğilimli bir yapıdır. İçimizdeki her şey sürekli kuşkunun gözetimindedir. Ortada eblehlik olsun ya da olmasın, her şeyde katlanılmazlık vardır. Temelde dünya, ne açıdan bakarsak bakalım, katlanılmazlıktan ibarettir. Dünya bizim için durmadan daha katlanılmaz olur. Katlanılmaz olana tahammül edişimiz, her birimizin hayat boyu işkence ve eziyete olan yeteneğidir, bir iki ironik unsur vardır insanda, mantıkdışı bir dangalaklık, geri kalan her şey iftiradır.”



Thomas Bernhard
Ungenach
syf:76
YKY

22 Temmuz 2018 Pazar

Ruhumu Geri Ver!




    Bilinir ki, Faust adında ilk eser, Goethe'den evvel, Onaltıncı yüzyılın İngiliz şairi Christopher Marlowe'undur: "Dr. Faust'un Hayatı ve Ölümü."

Marlowe'un bu eserinde bir sahne vardır. Dr Faust , Helen adındaki güzele yalvarır:
- Beni bir kere öp ve ebedileştir.
Helen onu öper ve kaçar.
Dr. Faust bağırır.
-Dudakları ruhumu emdi. Bakınız nasıl kaçıyor. Gel, Helen, gel, ruhumu geriye ver.
Bizi de yabancı medeniyetler öptü.
Bağırıyoruz:
Busen çok tatlı. Fakat ruhumu emdin. Geriye ver! Ruhumu geriye ver!


Peyami Safa
20. Asır Avrupa ve Biz
Syf.-288
Ötüken

10 Temmuz 2018 Salı

Kopmağa kalkmak kendini de parçalamaktır




"Kişilere, nesnelere, kendine bağlanırsın; bir gün bunlardan koparsın da. Gerekeni yapmadığını düşündüğünde haklısındır, değilsindir, bilinemez ama, o anda, kopmuşluğunu yaşıyorsundur belki. Kopmuşluk, ölüm de demektir. Bir ölümü yaşarken -ya da, beklerken- bağını öldürmen, duyacağın acıyı azaltmak isteğinden ilerigeliyor da olabilir. Senin sözündü: 'İkimizle ilişkili kararlarını kendi kendine veren bir sevgili karşısında' öyleydi, değil mi?, 'çekilmekten başka çıkar yol bulamadım.' Kırıldığın, gücendiğin için yaptığını sanmış olabilirsin bunu. Bana sorarsan, kendini savunuyordun, daha çok acıyı daha çok duymamak için; sevgiyi kendi elinle azaltmağa, koparıp yolmağa kalkıyordun... Bir şeyleri silerek bir geçmişin yükünü yeğnileştirmek, azaltmak...O ölçüde de, kim bilir, geleceğini biraz olsun özgürleştirmek... Öyle kopuşlar güçtür, izi kalır; kopmağa kalkmak kendini de parçalamaktır. Bir yanıyla..."

Bilge Karasu
Kılavuz
Syf.- 48-49
Metis

Kılavuz



"Arkadaşlıklarda, dostluklarda, sevgilerde, karşısındakini ele geçirilecek bir ülke gibi görenler vardır. Tedirgin eder beni böyleleri.(...) Buna karşılık, karşısındakini tanımak isteyen, karşılıklılık gözeterek biribirilerini biribirilerine açan, veren insanların yakınlıkları, destek görmelidir; hiç değilse, benden... Bir de pattadak çıkagelenler vardır, senden istediğini senin rızanla alan, seni kendine bağlamasını başaranlar vardır... Günün birinde geldikleri gibi giderler. Ya alacaklarını aldıkları, bu da kendilerine yettiği için... Tabii, bu durumda, ilk öbektekiler gibi davranmış olurlar: Yağma bitmiştir... Ya da sen onlara, kabul etmek istemedikleri bir ölçüde bağlandığın için. Yani 'başkası yağmalanır ama ben, başkasının kullanabileceği bir toprak değilim,' türünden bir tutum... Senden uzaklaşırken senin ne düşündüğünü hiç merak etmezler..."


Bilge Karasu
Kılavuz
Syf.-87-88
Metis

7 Temmuz 2018 Cumartesi

"Büyük filozof yetiştirmemiş büyük millet olamaz"






"...tarihe, insana, tabiata ve varlığa verilecek mânâ anlaşılmadan sosyal meseleler halledilemez. Çünkü bunlar bir varlık bütününü dolduran elemanların yalnız birkaç tanesidirler. Parçanın ışığında bütün görülemez. İnsana ve her şeye ait ne kadar mesele varsa hepsinin yığınağı, hepsinin toplandığı ve cevap aradığı ilim dalı, daha doğrusu bütünün ilmi, ilimlerin ilmi felsefedir. Bunun için büyük filozof yetiştirmemiş büyük millet olamaz. Türk milleti Farabi gibi dünya kıvamında filozoflar yetiştirebilecek bir seviyeye fırladığı halde, sonraları Arap ve Fransız filozoflarının âdi mütercimi seviyesine düşmüştür. Tercüme, bir milletin, başkasının zekâsıyla düşünmesi, kendi kendisi olmaktan istifa etmesi demektir. Tercüme ancak başka milletlerin düşüncesiyle temasın olgunlaştırdığı bir milli düşünce, bir Türk düşüncesi cevherinin fışkırışına yardım ettiği nisbette faydalı ve lüzumludur. Bizde ise tercüme, uzun asırlardan beri, evvela Doğu'ya, sonra Batı'ya maymunca bir hayranlığın kaynağı olmaktan ileri gidememiştir."


Peyami Safa
20. Asır Avrupa ve Biz
Syf.-22-23
Ötüken

9 Eylül 2017 Cumartesi

Sallanan Eller




 
Giderken dalgaların ardından baktım sana
                                            yıllardan sonra
hiçbirşey eskimemiş
herşey yepyeni
olabilir mi?

Ne çok duygu yaşanıp geçmiş
Denizde sürüklenen iki somun ekmek
Yemyeşil bir sarmaşık, kökleri kopuk
Ne çok yol, ne az varış

Güneşin kuruttuğu, rüzgarın savurduğu
Karın soğuttuğu, onca iç çekiş
Günlerin yavaş akışla oluşturduğu
Ne az yer, ne çok geçiş

Geçmedik belki, gitmedim belki ben
Sen orada uzaktan el sallarken
Rüzgar sustu, dalgalar durdu
Ne çok gidiş, ne az ayrılış

Gelirken herşeyinle koşup gelsen bana
                                      yıllardan sonra
Hiçbirşey değişmemiş
Herşey eskisi gibi
Olabilir mi?


Oruç Aruoba
Tümceler
Syf.-52
Metis Yayınları

31 Ağustos 2017 Perşembe

Aşk Hastalığı!

   

   
      İclal gidiyor. İşte, Vedia'cığım, sevmesini bunlar biliyorlar. Susarak sevmesini. Erkek susar, kadın da. 'Beni seviyor musun?'lar yok. 'Daha az mı, daha çok mu?'lar yok. Maziden ve istikbalden şüpheler yok. Emniyet yüzde yüz. Fedakârlık bitirmiş. 'Ben seninim, sen benimsin.' O kadar. 'Sözlüyüm' diyorlar. Bitti. İki taraf da ölünceye kadar öteki için parçalanmayı göze alıyor. Sessiz. Aşk mektupları, sitemler ve tehditler yok. Mutfakta bir tıkırtı. İclal, Mustafa'sının çorbasını pişiriyor. Hep onu düşünüyor. Yirmi sene, elli sene hep onu düşünecek. Mustafa eşikte görünüyor. Sessiz. Dil dökmüyor. Dil olmayan yerde yalan olur mu? Onun bir İclâl'i var. Dünya o. Mağrur, susuyor. Vazife saati. İclal daha çorbayı pişirmedi. Ne ciddiyet!
     Sevmesini bunlar biliyorlar. Bunlar olmasa dünya ne kadar tenha ve hazin olur. Anladın mı Vedia Hanım? Günde on defa Chopin çalsan bunu onlar kadar anlayamazsın. Bizim aşklarımız tam sevgi olmadığı için, mânilere rastladığı için, taşlara çarpan su gibi kabarıyor, sıçrıyor, dağılıyor, gideceği yere rahat gidemiyor. Bütün tereddütlerimiz, şüphelerimiz, korkularımız, itimadsızlıklarımız, küçük görüşlerimiz, kendimize güvenemeyişlerimiz, iç çekişlerimiz, öfkelerimiz, isyanlarımız, hepsi, hepsi, aşkımızın tam olamamasından, yolunu bulamamasından. Bizimkisi aşk değil, aşk hastalığı; onlarınkisi aşk hastalığı değil, aşk.


Peyami Safa
Biz İnsanlar
Syf: 380-381
Alkım Yayınevi