22 Şubat 2015 Pazar

Kafka'dan "Babaya Mektup"




 İlk yıllardan yalnızca bir olayı hatırlayabiliyorum, belki sen de hatırlarsın. Bir keresinde gece vakti durmadan su diye mızırdanıyordum,kuşkusuz susuzluktan değil, belki kısmen sinirlendirmek, kısmen de kendimi oyalamak için. Birkaç sert tehdit fayda etmeyince, beni yatağımdan almış, sahanlığa taşımış ve geceliğimle kapalı kapının önünde kısa bir süre yapayalnız bırakmıştın. Bunun doğru olmadığını söylemek istemiyorum, belki de gece huzuru sağlamak o sırada ancak bu yolla mümkündü, ancak burada senin eğitim yöntemlerini ve bunların üzerimdeki etkilerini açıklamak istiyorum. O zaman herhalde uslu durmuştum sonrasında, ancak bu olay içimde bir tahribata yol açtı. Anlamsızca su isteyip durmanın bana göre doğallığyla, dışarıya taşınmanın olağandışı korkutuculuğunu kendi doğam gereği hiçbir zaman doğru ilişki içine sokmayı başaramadım. Yıllar sonra bile, o dev adamın, babamın, en yüksek merciin neredeyse hiçbir neden olmaksızın geleceğini ve gece yarısı beni yatağımdan çıkarıp sahanlığa taşıyacağını, yani onun gözünde böylesi bir hiç olduğumu düşünerek azap çektim. Bu, o zaman küçük bir başlangıçtı yalnızca, ama beni sıklıkla etkisi altına alan bu hiçlik duygusu (bir başka açıdan asil ve verimli bir duygu aynı zamanda) çoğu kez senin etkinden kaynaklanıyor.Biraz desteklenmeye, biraz dostça bir yaklaşıma, yolumun biraz açık tutulmasına ihtiyacım vardı, sense onun yerine yolumu kesiyordun, iyi niyetle tabii, başka bir yola girmem için.Ama buna yatkın değildim ben. Sözgelimi asker selamı vermeyi ve asker gibi yürümeyi becerdiğim zaman desteklerdin beni, ama ben geleceğin askeri değildim ya da iştahla yemek yiyebildiğim, hatta yanı sıra bir bira da içebildiğim zaman desteklerdin ya da anlamadığım şarkıları tekrar edebildiğim veya senin en sevdiğin lafları senin peşinden geveleyebildiğim zaman, ama bunların hiçbiri benim geleceğimin bir parçası değildi. Ve aslında bugün bile, herhangi bir konuda, ucu ancak sana da dokunuyorsa, zedelediğim (örneğin evlenme niyetimle) veya benim şahsımda zedelenen(örneğin Pepa beni azarladığı için) senin onurunsa destekliyorsun beni. O zaman destekleniyorum, bana değerim hatırlatılıyor, yapmaya hakkım olan hamlelere dikkatim çekiliyor ve Pepa mutlak bir biçimde mahkum ediliyor. Ama şimdiki yaşımda artık desteğine neredeyse hiç ihtiyaç duymadığımı bir kenara bıraksak bile, ancak öncelikle söz konusu olan ben değilsem, gelen desteğin bana ne faydası olacak? O zamanlar işte o zamanlar her alanda desteğe ihtiyacım olabilirdi. Senin saf bedenselliğin bile eziyordu beni. Sık sık bir kabinde birlikte soyunduğumuzu hatırlıyorum sözgelimi. Ben sıska, güçsüz, ince; sen güçlü, iri, geniş. Kendimi acınılası bir halde görürdüm, üstelik yalnızca senin önünde değil, tüm dünyanın önünde, çünkü sen benim için her şeyin ölçütüydün. Sonra kabinden, ben senin elini tutmuş küçük bir kemik yığını olarak, insanların önüne çıktığımızda, iskele tahtalarının üzerinde çıplak ayaklarımla tedirgin, sudan korkan, senin bana iyi niyetle, ama aslında beni utançtan yerin dibine geçirme pahasına durmadan gösterdiğin yüzme hareketlerini tekrarlamaktan aciz, büyük bir çaresizlik içine düşerdim ve böyle anlarda tüm alanlardaki korkunç deneyimlerim eksiksiz bir biçimde örtüşürdü. Bazen önce sen soyunduğunda ve ben kabinde yalnız kalarak herkesin önüne çıkmanın utancını, sen bana bakmaya gelip de, beni kabinden çıkarana kadar erteleyebildiğim zamanlarda kendimi daha iyi hissederdim. Benim çaresizliğimin farkına varmamış gibi göründüğün için sana minnettar kalırdım, üstelik babamın bedeninden gurur duyardım. Ayrıca aramızdaki bu fark bugün de pek değişmedi....


Franz Kafka
Babaya Mektup
Syf. 19-20-21
Can Yayınları

16 Şubat 2015 Pazartesi

Mehmet Akif Ersoy'un Kur'an tercümesi yapmaktaki çekinceleri



Oğlum, sen bu işi basit mi sanıyorsun? Tercümesi istenen eser roman değil, beşeriyetin ictimai mihverini değiştiren Kur'an'dır. Herhangi bir ifade ve ibarenin bile her tabirinde, hatta her kelime ve harfinde -dilbilgisi bakımından- tasrih ve teşmil, ta'rif ve tenkir gibi incelikler vardır. Mesele kelâmullah'a gelince, ondaki eslâftan hikâyeleri ve ahlâki ibret tavsiyeleri, emir ve nehiyleri, temsil ve tenzihleri, tebşir ve tenzirleri, vaad ve vaidleri, tergib ve terhibleri başka dil ile söylemek mümkün mü? Dahası var: tefsirsiz ve izahsız tercümeyi eline geçirenlerden bazı mızrak kafalı cüretkârlar türeyecek; "Kur'an'ın mânâsını - arapça bilmediğimiz için- anlayamıyorduk amma işte tercümesi meydanda. Bizim de akıl ve idrakimiz, bizim de yeter derece kiyaset ve siyasete vukufiyetimiz var" diyerek pis pabuçlarıyla mindere, minbere çıkacaklar ve oradan vaaz edecekler, hutbeler (nutuklar) iradına yeltenecekler, İslâm'daki hakiki mânâ ve maksadı kavramadan irşad yerine ifsada kalkışacaklar.Öyle küstahların önüne ne ile ve nasıl geçilir? (*)



Kur'an'ı tercüme edemedim. Hayır, tercüme ettim; hem bir değil, iki kere tercüme ettim. İlk tercümeyi yaptım, hiç beğenmedim. Naim merhumun hadis tercümelerinde yaptığı gibi kavis içinde muâvin kelimeler kullanarak eksikliğini tamamlamak istedim, bu da olmadı. Bu da Kur'an-ı Kerim'in aslındaki belagatını bozuyordu. Bazı kelimelerin ve umumi surette edatların mukabillerinin bulunmaması, edebi birer vecize olan bazı cümlelerde olan o kısa ayetlerde müteaddid edatın ictima etmesi, tercümeyi imkânsız bir hâle koyuyordu. Kur'an'ın tam tercümesindeki imkânsızlık ne benim kusurumdu, ne de dilimizin. Ben tercüme ile meşgul olurken farsça ve fransızca tercümeleri de gördüm. Benim türkçe tercümem onlardan yüksekti.Fakat bu nisbi yükseklik benim edebi zevkimi tatmin etmiyordu. Kur'an'ın nazmındaki i'cazkâr belağata baktıkça hayranlığım artıyordu. Tercümemden utanıyordum. Birisi Allah'ın kelâmı idi, öbürü Akif kulunun tercümesi. Bu vaziyette ben bu tercümeyi İslâm ümmetinin ve türk milletinin eline nasıl sunabilirdim? (**)

Dücane Cündioğlu
Bir Kur'an Şairi
Syf. [144-145 (*)-167(**)]
KAPI YAYINLARI